Dolar 42,5274
Euro 49,6098
Altın 5.782,09
BİST 10.918,51
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Denizli 14°C
Yağmurlu
Denizli
14°C
Yağmurlu
Cts 14°C
Paz 15°C
Pts 15°C
Sal 14°C

Son dakika… AK Parti Sözcüsü Çelik: ‘Terörsüz Türkiye için taviz ve pazarlık yok, odak nokta örgütün feshidir

AK Parti Genel Merkezi’nde saat 15.42’de başlayan MKYK toplantısı sona erdi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in basın açıklamasında bulundu. Terörsüz Türkiye sürecine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunan Çelik, “Aziz milletimiz müsterih olsun. Devletimizin nitelikleri ve milletimizin değerleri konusunda bir taviz ve pazarlık hiçbir şekilde söz konusu değildir” dedi.

Son dakika… AK Parti Sözcüsü Çelik: ‘Terörsüz Türkiye için taviz ve pazarlık yok, odak nokta örgütün feshidir
REKLAM ALANI
25.11.2025 19:24
99

AK Parti Genel Merkezi’nde saat 15.42’de başlayan MKYK toplantısı sona erdi. Basına kapalı gerçekleştirilen toplantıda, Teşkilat Başkanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sunum yaptı.Toplantıda ayrıca TBMM parti grubu çalışmaları ile Meclis gündemi ele alındı. MKYK’nın tamamlanmasının ardından AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, basın açıklamasında bulundu.

AK Partili Çelik’in konuşmasından öne çıkan satır başları şöyle:

ARA REKLAM ALANI

“Tüm dünyada krizler derinleşirken, evsizlik ve konutsuzluk gibi çok büyük problemler artık bir güvenlik meselesi hâline gelmiş durumdadır. Türkiye ise bu alanda insani standartları yükseltecek bir yaklaşımla son derece güçlü adımlar ortaya koymaktadır. Konutların yapımı ile vatandaşımızın büyük ilgi gösterdiği sosyal konut projeleri desteklenebilir.

“DÜNYADA KONUTA ERİŞİM SIKINTISI VAR”

Bunu sadece vatandaşlarımızı fiziki olarak konutla buluşturmak şeklinde görmemek gerekiyor. Dünyanın negatif bir yöne doğru gittiği bir dönemde, Türkiye’nin pozitif ayrışması sayesinde bu başarı sağlanmaktadır. Cumhurbaşkanımızın ilk günden beri ortaya koyduğu irade, hatta partimizin programından başlayarak kuruluşundan itibaren ortaya konan kararlılık, bugün gerçekten bütün dünyanın merak ettiği bir tabloyu ortaya çıkarmıştır.

Elbette dünyada konuta erişim konusunda yaşanan sıkıntıların, şehirlerin içinde büyük güvenlik problemleri ve ciddi eşitsizlikler yarattığı da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin yürüttüğü bu konut kampanyası hem deprem bölgesinin ayağa kaldırılması açısından hem de ülkemizin diğer bölgelerinde dünyadan pozitif şekilde ayrışması bakımından çok önemli işlere imza atmaktadır.

“İKTİDARA GELDİĞİMİZ İLK GÜNDEN İTİBAREN, KADINLARA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE YOĞUN BİR ÇALIŞMA YÜRÜTTÜK”

Bugün, kadına yönelik şiddetle mücadelenin uluslararası düzeyde anıldığı bir gün. Cumhurbaşkanımız da az önce konuşmalarında ifade ettiler. Biz bunu hep söylüyoruz ve siyasetimizin ana mottosu olarak da Neşet Ertaş üstadımızın sözünü dile getiriyoruz: ‘Kadınlar insandır, biz de insanoğluyuz.’ İktidara geldiğimiz ilk günden itibaren, özellikle kız çocuklarının eğitiminden kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye kadar birçok alanda çok yoğun bir çalışma yürüttük.

Tabii bu mücadelenin çok boyutlu olması gerekiyor. Sadece kanunların yapılması yetmiyor; siyasetin dilinden medya diline, sivil toplumun oluşturacağı hassasiyetlerden aile içi eğitime, erkek çocuklara biçilen rollere kadar birçok unsurun hep birlikte ele alınması gerekiyor.

Değerlerimize uygun bir şekilde, konunun yerli yerine oturtulması gerekiyor. Bugün biliyorsunuz, bu konuda Cumhurbaşkanımızın kesin talimatları var. Aile Bakanlığımız, şiddetle mücadele konusunda yedi gün yirmi dört saat esasına göre, yıl boyunca tüm diğer bakanlıklarımızla birlikte bu faaliyeti yürütüyor. Yine İçişleri Bakanlığının bu konuda kadınları son derece koruyan etkili uygulamaları bulunuyor. Herhangi bir şekilde bir sıkıntı çıktığında, derhal belirli uygulamalar üzerinden başvurulabiliyor ve güvenlik güçlerinin mümkün olan en kısa sürede görev alması sağlanabiliyor.

“KADEM GİBİ BU ALANDA UZMANLAŞMIŞ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIYLA GÜÇLÜ BİR İŞ BİRLİĞİ İÇİNDE OLACAĞIZ”

Biliyorsunuz, Birleşmiş Milletlerin bu mücadele ile ilgili belirlediği renk turuncu. Bugün de, bu konuda en güçlü sivil toplum örgütlerinden biri olan KADEM bir kampanya başlattı: Turuncu Nokta Kampanyası.

Özellikle bugünlerde, hepimiz tarafından bu rozeti takarak mücadeleye destek verilmesi gerekiyor. Ben de bu rozeti KADEM’den aldım. Bu nedenle bazı arkadaşlarımızı teşvik etmek için şimdi onlara rozet vereceğim. 

Siyasetin üzerine düşen vazifeyi her zaman yerine getirmesi bizim gündemimizdedir. Bunu bir kereliğine yapmanız yetmiyor; sürekli olarak güncellemeniz, sürekli yeni yöntemler geliştirmeniz gerekiyor. Maalesef dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de çok acı verici olaylarla karşılaşıyoruz. Buna da tabii 86 milyonun başında sürekli polis olmayacağına, sürekli güvenlik gücü ya da jandarma bulunamayacağına göre, bu durum topyekûn seferberlik gerektiren, topyekûn duyarlılık ve hassasiyet gerektiren bir meseledir.

Esasında hem kendi değerlerimizden güç almamız hem de modern dünyanın geldiği noktada bu yaklaşımları değerlerimizle kolaylıkla buluşturabileceğimiz bir noktadayız. Çünkü kadının uğradığı şiddet sadece bir bireyin uğradığı şiddet olmuyor; bütün bir toplumun, ailenin, çocukların uğradığı şiddet hâline geliyor. Tümüyle toplumu maalesef toksik bir yaklaşıma maruz bırakarak zehirleyen bir tutum ortaya çıkarıyor.

Bu konuda biz parti olarak, Cumhurbaşkanımızın ilk günden itibaren ortaya koyduğu net irade ve partimizin bu kapsamda geliştirdiği politikalar, metinler ve yaklaşımlar çerçevesinde en güçlü şekilde mücadeleyi sürdüreceğiz. Tabii bütün bunları yaparken KADEM gibi bu alanda uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşlarıyla da güçlü bir iş birliği içinde olacağız. Şunu da ifade etmek isterim: Burada adını sayamadığım birçok sivil toplum örgütü de bu konuda hassasiyet üretiyor. Hepsine kapımızın ve ilgili birimlerimizin kapısının açık olduğunu, ortak çalışma teklifleri geldiğinde bunları her zaman memnuniyetle karşıladığımızı ve bu konuda hassasiyet ortaya koyduğumuzu ifade etmek istiyoruz.

Onun için siyasetin dilinden medya diline, ailede kullanılan dilden toplumsal iletişime kadar her alandaki hassasiyetlerimizi sürekli güncelleyerek ve toplumla paylaşarak bu kötülükle mücadeleyi sürdüreceğiz.”

“YAPAY ZEKA ÖĞRETMENLİĞİ BİTİREMEZ”

Buradan bir kere daha bütün öğretmenlerimize sevgilerimizi ve saygılarımızı iletiyoruz. Ahirete intikal etmiş olanlara ve şehit olanlara bir kez daha rahmet diliyoruz. Hepimizin hayat rehberi olan öğretmenlerimiz, sadece bilgiyi öğretmek bakımından değil; hayatımıza rehberlik etme, iyiyi ve kötüyü ayırt etme, doğruyu ve yanlışı değerlendirme, rol model olma açısından da son derece önemlidir.

Hükümetlerimiz döneminde Millî Eğitimin bütçesini savunma bütçesinin önüne geçirecek, eğitim alanında en güçlü atılımları yapacak pek çok siyasete, pek çok politikaya ve yaklaşıma imza attık. Şimdi tabii bir tartışma var, biliyorsunuz. O da şu: Yapay zekâ çıktığı zaman hangi meslekler yok olacak? Yapay zekânın hayatımıza girmesiyle ilgili kitapları okuyorum; bununla ilgili podcast’leri dinliyorum, tartışmaları izliyorum. Çeşitli kanallarda ve çeşitli mecralarda yapılan değerlendirmelerde bence çok temel bir yanlış yapılıyor. O da şu: Yapay zekânın ortaya çıkmasıyla birlikte okulun önümüzdeki 10, 20, 30 yıl içinde pek çok ülkede ortadan kalkacağını söylerken öğretmenlik mesleğinin de yok olacağını ifade ediyorlar. Bu, öğretmenlik mesleğinin ne olduğunu anlamamak demektir.

“ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ SADECE BİLGİYİ AKTARAN BİR MESLEK DEĞİLDİR”

Öğretmenlik mesleği sadece bilgiyi aktaran bir meslek değildir, sadece bilgiyi öğreten bir meslek de değildir. Elbette en başta bilginin ne olduğu ve bilgiye nasıl yaklaşılması gerektiği değerlendirilmeli. Bugün sosyal medya ya da internet yoluyla birçok bilgi elde edilse bile, bunlara nasıl bakılacağı, hangi açıdan ve hangi yöntemle değerlendirileceği konusunda bir bilinç yoksa, eskiden az bilgi nedeniyle yapılan yanlışlar bugün metodolojisi olmayan çok bilgi nedeniyle yapılmaktadır. Dolayısıyla esasında rehberlik yani öğretmenlik dediğimiz hadise bize bilgiye hangi açıdan bakmamız gerektiğini, bilgi bombardımanı içerisinde sahih olanın, temiz olanın, doğru olanın, çeşitli süreçlerden süzülerek gelmiş olanın nasıl ayırt edileceğini gösteren bir rehberliktir.

Ama bunun da ötesinde, hiçbirimiz öğretmenlerimizden sadece bilgi öğrenmedik. İyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik ve hayatın her alanıyla ilgili onların rehberliklerini gördük.

Yapay zekâ veya başka bir şey, bilgiye ulaşma metotlarını değiştirebilir. Ama benim ifade ettiğim anlamda, yani hayat rehberliği anlamında öğretmenlerin olmadığı, öğretmenlerimizin olmadığı; bu tip rehberlerimizin bulunmadığı bir dünya, barbarlığa teslim olmuş bir dünyadır. O yüzden öğretmenlerin, hayat rehberlerinin ortadan kalkacağını söyleyen yaklaşımların aslında dünyayı biraz da barbarlığa teslim etmek şeklinde bir altyapı taşıdığını unutmamak gerekir.

Tam tersine, bütün bu gelişmeler çerçevesinde hayat rehberleri, öğretmenler; bilgiye nasıl yaklaşılacağını, iyilik, kötülük, güzellik ve çirkinliğin nasıl değerlendirileceğini öğreten rehberlerin, bilgelerin ilkokul öğretmenlerimizden anaokulu öğretmenlerimize kadar bilgeliklerinin ve yol göstericiliklerinin, teknolojinin gelişmesiyle birlikte daha da ihtiyaç duyulan bir alan hâline geleceğini ifade etmek gerekir.

Onun için medeniyeti korumak, insanlığı korumak, medeni ve insani değerlerimizi muhafaza etmek için önümüzdeki dönemlerde hayat rehberlerimize, hayatın bilgelerine, yani her alandaki öğretmenlerimize daha çok ihtiyaç duyacağız. Bu vesileyle hepsine buradan bir kere daha sevgilerimizi ve saygılarımızı iletiyoruz.

“AFRİKA ÇOK DAHA FAZLASINI HAK EDİYOR”

dış politikadaki Afrika yaklaşımımızın çıkar odaklı değil, insani güvenlik açısından her gittiğimiz yerde eşit ortaklık kurma ve o yerlerin geleneklerine, göreneklerine, beklentilerine içten bir saygı gösterme şeklinde olduğunu bir kez daha ifade etmek gerekir, altını çizmek gerekir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın, Genel Başkanımızın oradaki konuşmalarını dinledik. Gerçekten oraya katılan bütün devlet başkanlarının konuşmalarını izledik ve bir kez daha Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu iradeyle gurur duyduk. Türkiye; hem küresel dayanışma açısından, hem küresel eşitlik açısından hem de bütün bu işler yapılırken dünyanın sürdürülebilirliği açısından en dengeli, en doğru politikaları ortaya koyan ülkedir.

Orada bu zirvenin üç temel noktası vardı: dayanışma, eşitlik ve sürdürülebilirlik. Fakat çok enteresan bir şekilde, dünyadaki gelişmeler refahtan büyük pay alan bazı ülkelerin zihinlerini ve reflekslerini adeta uyuşturmuş durumda. Bu üç ilkeden yani sürdürülebilirlik, eşitlik ve dayanışma ilkelerinden söz edenlerin bir kısmı, sürekli dayanışmadan bahsediyorlar. Aslında başkalarıyla dayanışma içinde olması gerekenler, kendileri dayanışma talep ediyorlar. Bildiğimiz anlamda küresel güç sisteminin, siyasi sistemin ve küresel güvenlik sisteminin dengeleri bozulunca, o tepeden bakan tavır bu kez maalesef başka türlü bir talepkârlığa dönüşmüş durumda. Hâlen üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmek konusunda açık cümleler kuramıyorlar.

Sayın Cumhurbaşkanımızın burada bütün oturumlarda kurduğu cümleler ve yaptığı ikili görüşmelerde ortaya koyduğu temaslar sonucunda gördüğümüz şey şudur, biz bunu kendi kulaklarımızla duyduk: Dünyanın en önemli ülkelerinin liderleri, Cumhurbaşkanımızın dünyada yükselttiği dengeli sesin ve çatışma bölgeleriyle ilgili ortaya koyduğu arabuluculuk liderliğinin ne kadar kıymetli olduğunun altını çizdiler. Bu son derece önemlidir.

Yani herkesin bir bakıma küresel siyasetin marjinal bir tarafında yer alıp karşı tarafla konuşmadığı, karşı tarafla dengesiz ilişki kurduğu bir dönemde, bütün taraflar Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu iradenin ne kadar dengeli bir ses olduğunu ifade ediyorlar ve çatışma bölgelerinde arabuluculuk konusundaki liderliğinin tartışılmaz olduğunu belirtiyorlar.”

“GAZZE’DEKİ ATEŞKES HER GÜN İHLAL EDİLİYOR”

“Hem bu zirve vesilesiyle hem de biraz evvel MKYK’mızın açılışında yaptığı konuşmada Gazze konusuna özel bir önem verdi. Hem genel kuruldaki oturumlardaki konuşmalarında hem de ikili görüşmelerinde, İsrail’in şimdi ateşkes başlığı altında bile ateşkesi ağır şekilde ihlal eden davranışlarına dikkat çekti. Bu konudaki filantropik inisiyatifin daha da sıkılaştırılması gerektiğinin altını çizdi. Gelinen noktada Gazze’de bir ateşkes var ama bu ateşkes her gün İsrail tarafından ihlal ediliyor. Beyrut’a saldırıyor, Gazze’ye saldırıyor; öldürmeye ve soykırım siyasetine devam ediyor.

Yine bu mutabakatın başlangıcında 600–700 yardım tırının girmesi öngörülüyordu. İsrail bunu henüz 200 düzeyinde veya daha altında tutuyor ve bu konudaki soykırım siyaseti, insanları temel ihtiyaçlarından mahrum etmek şeklindeki bir yaklaşımla maalesef devam ediyor. Bu nedenle ateşkes son derece kırılgan bir noktaya gelmiştir. Bu, doğrudan Netanyahu’nun açıklamaları ve verdiği emirler yüzünden gerçekleşmektedir. Bütün dünyayı bu konudaki tehlikeye bir kere daha dikkat çekiyoruz.

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE KONUSUNDA CUMHUR İTTİFAKI OLARAK NE YAPTIĞIMIZI BİLİYORUZ”

Değerli arkadaşlar, hem her MYK toplantımızda hem de her MKYK toplantımızda gündem maddelerimizin değişmeyenlerinden biri ‘Terörsüz Türkiye’dir. Terörsüz Türkiye konusunda Cumhur İttifakı olarak ne yaptığımızı biliyoruz. Daha önce de ifade ettim: Devletin terörle mücadelede sert güç unsurları vardır. Aynı zamanda hukuk devletinin ve demokrasinin imkânları içerisinde yumuşak güç unsurları vardır. Dolayısıyla terörü ülke gündeminden çıkarmak için dünyanın her yerindeki gelişmiş demokrasiler nasıl sert güç unsurlarını kullanıyorsa yani terörle mücadeleyi güvenlik güçleriyle yürütüyorsa aynı zamanda hukuk devletinin imkânları çerçevesinde, anayasanın ve kanunların çizdiği sınırlar içinde yumuşak güç unsurlarını da kullanırlar.

Bu sadece Cumhur İttifakı dönemine ait bir yaklaşım değildir; bizim siyasi tarihimizde daha öncesinde de, hatta iktidarımızdan önce de doğrudan Millî Güvenlik Kurullarında terör örgütünün tasfiyesi için, silah bırakmak isteyenlerin teşvik edilmesi amacıyla çeşitli yasalar çıkarılmış, çeşitli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti egemen bir devlet olarak egemenlik araçlarını hem sert güç unsurlarıyla hem de yumuşak güç unsurlarıyla güçlü bir şekilde kullanmıştır.

Yine hukuk devletinin imkân ve kabiliyetleri içerisinde bu yaklaşımlar ortaya koyulmaktadır. Dolayısıyla bunun zıttına birtakım işler yapıldığına dair değerlendirmelerin herhangi bir geçerliliği yoktur. Türkiye’nin terörle mücadelesi, sert güç unsurlarıyla terörle mücadelesi tarihi kadar; bu bahsettiğim şekilde demokrasinin imkânları içerisinde, meşru siyaset alanının imkânları içerisinde araçları kullanma şeklinde de bir tecrübesi vardır.

Burada odağı kaybetmemek gerekir. Odak, terör örgütünün feshi ve silahların tamamen bırakılmasıdır. Sadece terör örgütünün feshedildiğine dair bir cümle ile kimse yetinmiyor. Ya da silahlar tamamen bırakılmadan, tamamen gündemden çıkmadan PKK terör örgütü bütün unsur ve uzantılarıyla fesih ve silah bırakma sürecini tamamlamadan; silahları teslim etmeden, yakmadan, gömmeden bunu gerçekleştirmeden hiç kimse sürecin tamamlandığını zaten ifade etmiyor.

“ODAK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN FESHİDİR”

Dolayısıyla odak noktası farklı siyasi gündemler değil, farklı siyasi değerlendirmeler değil; odak noktası terörsüz Türkiye’dir. Türkiye’nin odak noktası, PKK’nın bütün unsur ve uzantılarıyla feshi ve silah bırakmasıdır. Irak için geçerli, Suriye için geçerli, İran’daki kolları için geçerli, illegal yapılanmalar için geçerli, Avrupa’daki yapılanmalar için geçerli. Aynı şekilde bu “terörsüz bölge” konusuna da ilham kaynağı olacaktır, terörsüz bölge konusuna da bir iradenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

Zaten yakın çevremizde de görüyorsunuz; Türkiye, Kürt’e, Arap’a, Alevi’ye, Sünni’ye, Nusayri’ye, Ezidi’ye, Şii’ye, Dürzi’ye, herkese kötülük düşünenlerin bir parçayı sahiplenmiş gibi yaparak belli terör örgütlerini istikrarsızlaştırma ve bölgede birtakım terör devletçikleri vasıtasıyla kendilerine vekil güçler oluşturma arayışıyla faaliyetlerini sürdürdükleri bir tabloyu görerek; bu tablonun içerisinde devletimizin hem sert güç unsurları vasıtasıyla terörle mücadele ettik, hem hukuk devletinin ve demokrasinin verdiği imkân, kabiliyet ve araçlarla yumuşak güç unsurlarıyla bunu sürdürdük.

Onun için odak noktası terörsüz Türkiye’dir. Terörsüz Türkiye bir devlet politikasıdır. Burada terörsüz Türkiye’ye ulaşmak için samimiyetle bir önerisi olan varsa, bir eleştirisi olan varsa tabii ki dinliyoruz. Ama onun dışındaki kavramların dışına çıkıp terörsüz Türkiye’ye ulaşmakla ilgili herhangi bir fikri, herhangi bir yöntem önerisi olmayıp da topyekûn reddedici bir tavırla suçlama, etiketleme, hakaret etme ve maalesef gayrimeşru birtakım siyasi etiketlemeler yoluyla, adlandırmalar yoluyla süreci zehirlemeye çalışanların, sürecin üzerine toksik enerji boşaltmaya çalışanların da yaptıklarına müsaade etmeyeceğiz tabii ki. Bununla da mücadele ederiz.

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE DEVLET POLİTİKASI”

Ama keşke burada herkes, terörsüz Türkiye’ye ulaşma konusunda entegre bir strateji ile ilgili söyleyecek sözü varsa onu söyleseydi. Dolayısıyla takip ettiğimiz yol, uyguladığımız yöntem meşruiyet alanı içerisindedir; Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik alanı içerisindedir. Türkiye Cumhuriyeti kendi egemenlik alanı içerisindeki mekanizmaları ve araçları kullanarak bir devlet politikası olarak bu süreci yürütmektedir.

Büyük milletimiz, aziz milletimiz müsterih olsun; devletimizin nitelikleri ve milletimizin değerleri konusunda bir taviz ve pazarlık hiçbir şekilde söz konusu değildir. İyi niyetle, doğru siyasetlerle bu meseleye destek vermek isteyen, terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak isteyen herkesin katkısı son derece kıymetlidir.

Herkes, kendi bulunduğu yerden ister siyasi parti olsun, ister sivil toplum örgütü olsun, ister başka bir kurum olsun bu meseleye verdiği desteğin ülkemizin birliğine, bütünlüğüne ve dirliğine verilmiş bir destek olduğunu unutmamalıdır. Her zaman şunu söylüyoruz: Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak anlayışı bunun üst ifadesidir; bunun başlığıdır.

Bütün bu yürütülen süreçte, burada pozitif bir dil kullanan; marjinal bir siyaset yerine, gerçekten Türkiye’nin merkez değerlerine hitap eden, söylediği sözü vatandaşlarımız arasında siyasi fitne çıkarmak veya vatandaşlarımızı birbirine karşı kışkırtmak için değil, Türkiye’de daha çok birlik, daha çok dirlik, daha çok bütünlük sağlamak üzere yerli yerine koyan herkesin sözü değerlidir. Ama öbür türlü, hiçbir yöntem önerilmemiştir.

Terörsüz Türkiye’nin ne olduğunu anlamadan, terörsüz bölgenin önümüzdeki 50 yıl, 100 yıldaki gelişmeleri etkileyecek büyük bir dinamik yaratacağına dair bir vizyonu veya değerlendirmesi olmadan, sadece zehirleyici bir şekilde bunu konuşanların maalesef tarihin geldiği noktayı, bölgemizdeki jeopolitik gelişmeleri ve uluslararası gelişmelerin geldiği noktayı okuyamadığını ve değerlendiremediğini görüyoruz.

Onun için Türkiye Cumhuriyeti kendi gündemine hakimdir. Devletin bütün kurumları, aynı şekilde Yüce Meclis, entegre bir strateji çerçevesinde şimdiye kadar sonuç üreten bir yol haritasını uygulamak üzere kendi iradesini ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, kendi gündemine hakim olarak bu süreci sürdürmektedir. İnşallah terörü hem ülkemizin hem de bölgemizin gündeminden çıkarmak için önümüzdeki dönemde de çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”

SORU-CEVAP

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını cevapladı.

Dünkü görüşmeye de atıfta bulunduğunuz kuşkusuz İmralı’da gerçekleşen ama bir yandan da SDG terör örgütü yöneticisi Mazlum Abdi’nin bir açıklaması oldu. ‘İmralı’yı ziyaret etmeye ihtiyaç duyuyoruz’ şeklinde… ‘Davet edilirsem Türkiye’yi ziyaret ederim’ dedi. DEM Parti’den de bu yönde bazı söylemler var. Bu açıklamaları nasıl değerlendirirsiniz?

AK Parti Sözcüsü Çelik: Şimdi tabii bölgedeki gelişmeler dinamik. Yani buradaki mevzu şu: Bizim söylediğimiz açıktır. Biz retorikle ilgilenmiyoruz; yani şu kişinin açıklaması ya da bu kişinin açıklaması üzerine bir yorum yapmıyorum. Kişilerin söylediği değil, önemli olan burada hadiselerin nereye gittiğidir; işin mekaniğinin nereye gittiğidir. Birisi ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin hasmı değilim, Türkiye Cumhuriyeti için tehdit teşkil etmiyorum’ diyorsa, bizim bunu fiilen görmemiz lazım. Eğer biz fiilen Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tertip içerisinde, yarın bir gün Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırmak için tahkimat içerisinde olanları tespit ediyorsak, ‘Türkiye için tehdit teşkil etmiyoruz’ retoriğinin bizim için bir anlamı yoktur.

Bizim gördüğümüz şudur: SDG terör örgütü, PKK terör örgütünün Suriye koludur. Terörsüz Türkiye, terörsüz bölge yaklaşımı çerçevesinde Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti en temel kurallarından birine başvurdu ondan sonra. O en temel kurallardan biri şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin millî güvenliği pazarlık kabul etmez, erteleme kabul etmez, müzakere kabul etmez. Türkiye Cumhuriyeti’nin millî güvenlik hassasiyetleri en net şekilde yerine getirilir.

Biz tabii ki burada… Yani niye yaptık Fırat Kalkanı Harekâtı’nı, niye yaptık Zeytin Dalı Harekâtı’nı? Hem oradaki DAEŞ terör örgütüyle hem oradaki SDG/PKK terör örgütüyle bu mücadeleyi vermek için yaptık. Şimdi görmek istediğimiz tablo şudur: Bir, odağı kaybetmeyelim. O odak nedir? Terör örgütünün feshi ve silahları bırakmasıdır. Bu konudaki iyi niyetli sözleri tabii ki not ediyoruz ama iyi niyetli sözlerin yerine gelmesini bekliyoruz; retorik düzeyinde kalmamasını bekliyoruz. Dolayısıyla birisi ‘Ben Türkiye için tehdit teşkil etmiyorum’ dediğinde, bu sözü fiilen ve fiziken görmemiz, tespit etmemiz, teşhis etmemiz ve teyit etmemiz lazım. Tespit, teşhis ve teyit… Bütün bunların gerçekleşmesi lazım. Bunu gördüğümüz anda bir mesele yok.

Hâlbuki söylenen şey şu: Burada mesela deniyor ki bu tip durumlar için ‘Kürtlerin kazanımı’ deniyor. Halbuki terör örgütü, orada Kürtlerin bulunduğu bölgeye, Arapların bulunduğu bölgeye, başka grupların bulunduğu bölgelere tırnak içinde ‘çökmüş’ ve bunu yabancı güçlerin desteğiyle yapmış. Bunun yolu da belli; Türkiye Cumhuriyeti de bunu kabul ediyor. Suriye’deki merkezi hükümetle yaptıkları 10 Mart mutabakatı hayata geçtiğinde, bu unsurlar kendi kendilerini Türkiye için tehdit olmaktan çıkaracaklar. Giderler, ondan sonra teröre bulaşmamış olanlar Suriye içerisinde siyasi parti kurarlar; siyasi partiyle Suriye siyasetinde etkin rol almaya çalışırlar.

Dolayısıyla terör örgütlerinin tipik bir numarası vardır: Kendilerini bir dinin, bir etnik grubun ya da bir mezhep grubunun temsilcisi olarak sunarlar. Burada Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Sünnilerin, Alevilerin, Şiilerin, Dürzilerin, Nusayirlerin, Ezidilerin hepsinin ortak geleceği için hem ortak refahı paylaşmaları hem barışı paylaşmaları hem de bölgedeki emperyalist bir takım planlardan ve siyonizmin planlarından korunmaları için terörsüz Türkiye, terörsüz bölge iradesi net bir şekilde bunun yol haritasıdır, bunun pusulasıdır. Nitekim Cumhur İttifakı tam bir mutabakat içerisinde SDG’nin de silah bırakmasını ve 10 Mart mutabakatına uyması gerektiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla bizim beklediğimiz şey şudur: Kişiler değil, mesele… Mesele hem bölgenin güvenliğidir hem Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğidir.

“HER OLUMSUZ ADIM CEVABINI ALACAKTIR”

Bu kısır döngü sürerken dikkat edin: Petrol bölgelerindeki petrolü kim çıkarıyor? Doğalgaz bölgelerindeki doğalgazı kim çıkarıyor? Oradaki Palmira’daki tarihi eserleri kimler çaldı? Bugün tarihsel kaçakçılığını kim yapıyor? İnsan kaçakçılığını kim yapıyor? Yani bu terör örgütleriyle ilgili bir takım güzellemeler yapılıyor ama işte petrol bölgelerindeki ve diğer bölgelerdeki faaliyetleri de ortada. Yabancı istihbarat servislerinin güdümünde bunlara kimler karargâh yapıyor? Kimler bu terör örgütlerinin terör faaliyetini Türkiye’ye ve bölgenin diğer ülkelerine karşı teşvik ediyor ve himaye ediyor?

Güzel bir laf vardır: ‘Paranoyak olmamamız, takip edilmediğimiz anlamına gelmez.’ Oradaki her şeyi görüyoruz ve bunu 360 derece görüyoruz. Şunu da ifade edeyim: Türkiye’ye karşı tehdit oluşturan yapıların burada attığı bu tehdidin azalması ve ortadan kalkmasına dönük olumlu adımları da görüyor ve not ediyoruz. Aynı zamanda bir takım kötü yaklaşımları da görüyoruz.

Daha önce de ifade ettim: Her olumlu adım Türkiye Cumhuriyeti’nden başka bir olumlu adımla karşılık görecektir. Ama her olumsuz adım da cevabını tabii ki alacaktır. Bizim buradaki arzumuz, bölgede daha çok çatışma çıkmasın; bölgede bir takım güçlerin terör örgütlerini vekil güçler olarak kullanması yönündeki bu kısır döngüye son verilsin. Terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge iradesi, aslında herkesin emperyalizmin kıskacından kurtulması için de son yüzyılda ortaya çıkmış en güçlü yol haritalarından bir tanesidir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hava savunma kabiliyetini geliştirmek üzere İsrail’le iş birliği söz konusu. Bu kapsamda aslında Rum Yönetimi’ne Barak MX sistemlerinin teslimatının yapıldığı geçtiğimiz günlerde Rum medyasında da yer aldı. Adanın güneyinin silahlandırılması ve garantör ülkeler hariç devletlerin adada yer almasını nasıl değerlendirirsiniz?

AK Parti Sözcüsü Çelik: Tabii bu Rum tarafının söylediği, şimdiye kadarki müzakere sürecine ve adada tırnak içinde onların tanımıyla “barış”la ilgili yaklaşılması gereken konulara dair bu silahlanma süreci, bütün iddialarını yok ediyor. Sadece bu konu değil, orada bir silahlanma süreci içerisine girdiklerini görüyoruz. Fakat yani adada ev bile yapamayacak kadar yerleri olan bir yapıyı her tarafını silahlandırsan ne olur? Geçmişte Türkler’e, Kıbrıs Türkleri’ne karşı o zulümler yapıldığında “Ayşe tatile çıktı” ve gereği Türkiye Cumhuriyeti tarafından en zor koşullarda yapıldı.

Şimdi biz Ege’de, Akdeniz’de çatışma istemiyoruz. Herhangi bir şekilde sorunların masa dışında bir yerde ele alınmasını istemiyoruz. Ama Yunanistan’ın Türkiye’nin savunma sanayisine dönük yaklaşımını en son askerlerimizin şehit olduğu uçak kazasında, o kargo uçağının resmini paylaşarak Yunan Hava Kuvvetleri’nin zihniyetini bir kere daha gördük. Bunlar hastalıklı şeyler. Normal bir yaklaşım değil. Askeri değerlere de uymuyor, insani değerlere de uymuyor, siyasi değerlere de uymuyor. Askerlik sanatı diye bir şey var, askerlik değerleri diye bir şey var. Öyle bir şey olur mu?

Dolayısıyla Rum tarafı açısından mesele giderek kendilerini, tabii Avrupa Birliği üyeliğinin verdiği şımarıklıkla, giderek daha marjinal noktalara doğru sürüklüyor. O yüzden yapacakları en yanlış iş bu silahlanma yarışına girmektir. İkincisi, bundan daha yanlış iş, bu silahlanma yarışına İsrail’in desteğiyle girmektir. Yani herhangi birinin Siyonizm’le, bu Siyonist hükümetle, bu soykırımcı hükümetle yan yana gelmesi hem insanlığa hakarettir hem kendi milletine hakarettir. Dolayısıyla Rum Yönetimi’nin o açıdan girdiği yol, maalesef bu silahlanma meselesinde direkt yüzlerce kilometre hızla duvara çarpma yoludur. Başka bir şey değildir.

Dediğim gibi, müzakere diyoruz, diplomasi diyoruz, sorunları masada çözelim diyoruz. Bununla ilgili olarak diplomatlarımızın kapasitesi yüksektir. Çözüm bulma konusunda bir takım sorunlar birçok alanda gerçekleştirilebilir; bu istikşafi görüşmeler bu konuda yapılabilir. Ama bu şekilde silahlanma yarışına girenler, sadece kendi kendilerine zarar verecek bir süreci devam ettirmiş olurlar.

Bütçe görüşmelerinde yaşanan gerginliklerle ilgili, dün milletvekilleri arasında bir tartışma yaşandı. Bugün CHP’de bir kadın milletvekili ile Adalet Bakanı arasında yine bir tartışma yaşandı. Kameralara yansıyan bu gerginlikleri sizler nasıl değerlendiriyorsunuz?

AK Parti Sözcüsü Çelik: Ben, Sayın CHP milletvekilinin bir kadın olarak kadına şiddetle, kadına karşı şiddetle mücadele konusunu daha doğru yöntemlerle dile getirmesini isterdim. Çünkü orada bakanımız gayet nazik bir biçimde, bu meseledeki hassasiyetimizi ve şimdiye kadar yaptıklarımızı anlattı. Eğer orada bu gürültülü ortam çıkmasaydı, eminim Adalet Bakanımız daha kapsamlı bir sunum yapacaktı.

İkincisi, CHP milletvekilinin kadına dönük şiddetle mücadele konusunda bir önerisi varsa, onları dinlemek isterdik. Varsa, yani eksik yapılan bir şey ya da “şu da yapılsın” diyeceği bir şey. Fakat bu tip durumlar biraz siyasi şov oluyor. Bugün de gördüğünüz gibi, konuyu öne çıkarmak yerine kendini öne çıkarmış oluyor bu kişiler. Halbuki önemli olan, konuyu öne çıkarmaktır; yani kadına dönük şiddetle mücadele konusundaki hassasiyeti mi öne çıkarmak istiyoruz, yoksa kişiler mi öne çıkmak istiyor?

Biz arzu ederiz ki, doğru yöntemlerle, bugün özellikle kadına dönük şiddetle mücadele konusunda topyekûn bir hassasiyeti öne çıkaralım. Bütün siyaset kurumunun, kullanılan dilin ve yapılacak işlerin daha fazlasını yapmak istiyorsa başımızın üstünde yeri var. Her türlü olumlu öneriye doğru değerlendirmeye açığız. Dediğim gibi, bu bir kere düzenlenip bırakılacak bir alan değil. Bu, dünyanın her tarafında küresel bir problemdir. Eski tarihlere giden akademik çalışmalar da vardır; kadına dönük nefretin tarihi veya kadına dönük şiddetin tarihi diye. Yani sosyolojiden psikolojiye kadar çok geniş alanda tartışılması, ele alınması ve çalışılması gereken bir alan. Bu sorunu ve çözümleri öne çıkarmak lazım.

Ama kişi kendisini öne çıkarıyorsa ve bunu yapmak için böyle bir konuyu vesile addediyorsa, bu çok sağlıklı bir yaklaşım olmuyor. Bunu başka konularda da gördük; bütçede de. Günün sonunda şöyledir: Bakın, komisyon başladı; muhalefetten, CHP’den gelen bir takım itirazlar var. Fakat eleştirel olarak akılda kalıcı bir tane cümle yok. Yani siyaset üretimi anlamına gelecek bir cümle yok. Sadece bahsettiğiniz polemikler, bir takım gürültüler, bir takım mizansanlar gündeme geliyor. Halbuki kayda geçecek olan, biz de isteriz ki, bunu not alalım, değerlendirelim ve bunun üzerine bir çalışalım. Diyelim ki bundan sonrasında gelir; bugün de özellikle Sayın CHP milletvekilinin, daha doğru bir dille, daha zarif bir şekilde orada bir konuşma yaparak bu meseleyi daha doğru bir yöntemle almasını arzu ederdik. Bu görüntü hoş olmamıştır.

RUSYA – UKRAYNA SAVAŞI

Bir daha böyle bir savaşın çıkmaması için güvenlik garantilerinin ne olacağı konusudur. Bu gündemle ilgili olarak da gerek G20’de gerek başka platformlarda Sayın Cumhurbaşkanımızın doğru bir formülün, dengeli bir formülün bulunması konusunda en doğru arabulucu olacağı ifade ediliyor. Çünkü bir tarafla konuşan, diğer tarafla konuşamıyor. Konuşamamanın ötesinde herkes bir tarafa angaje olmuş durumda. Burada Türkiye’nin bu savaşla ilgili görüşleri net olmakla birlikte Cumhurbaşkanımız belki de hem Putin’le hem Zelenski ile son derece net bir şekilde ve güvenilir bir zeminde konuşabilen tek liderdir. Dolayısıyla dünkü görüşmede de, Başkan Putin’le olan görüşmede de bu konu gündeme geldi. Önümüzdeki dönemde de gündeme gelecek.

Bu faaliyetlerle ilgili olarak bütün dünyadaki liderler de Cumhurbaşkanımızın yürüttüğü süreçlerle ilgili olarak kendileriyle daha çok görüşmek istediklerini, Cumhurbaşkanımızla daha çok değerlendirme yapmak istediklerini ifade ediyorlar. Çevrim içi toplantıya Sayın Cumhurbaşkanımız katılacaklar. Saat 18 gibi gerçekleşeceğini düşünüyoruz.

YARGI PAKETİ: HAZİRAN’DAKİ İNFAZ DÜZENLEMELERİNİN GÜNCELLENMESİ BEKLENİYOR MU?

Bu yargı paketi ile ilgili olarak arkadaşlar, bu tartışılan af vesaire gibi konular değil. Biliyorsunuz, Haziran’da infaz düzenlemeleriyle ilgili bir düzenleme yapılmıştı. Belki onların güncellenmesiyle ilgili bir değerlendirme var. Son taslak üzerinde çalışılıyor. Cuma günü falan Meclis Başkanlığı’na teslim edilecek; ondan sonra da komisyona gelecek.”

Kaynak: Milliyet

REKLAM ALANI
ETİKETLER: , , , ,
Şehrin nabzını tutan, en son gelişmeleri anında sizlere ulaştıran sesimiz olmaya devam ediyoruz. Denizli’nin sesi olan Denizlim Haber ile şehre dair herşeyi keşfedin. Takipte kalın en yeni haberlerle güncel kalın.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.