‘Gözler tabaktaki son lokmada, ayıp payında…’
Ceren Kandemir’in 33 şiir ve 3 bölümden oluşan ilk kitabı ‘Ayıp Payı’ okuruyla buluştu. İsyanın sesini mizahi bir dille şiirleştiren Kandemir’le, dizelerinin ardındaki hikâyelerini konuştuk.
Ferhan’dan aldığım cesaret ve utanmazlıkla…’ notuyla başlıyor genç şair Ceren Kandemir’in ilk kitabı ‘Ayıp Payı’. 33 şiir ve 3 bölümden oluşan kitabı okurken oğlu Can Ferhan’ı, babaannesini, çocukluk arkadaşını, misafir olduğu evleri ve daha birçok şeyi tanıyoruz dizelerinde. ‘Ayıp Payı’ İsmail Afacan editörlüğünde İnkılâp Kitabevi’nden çıktı. Kitabın kapak tasarımıysa o dönem hiç tanımadığı ancak şiirlerini okuması için gönderdiği senarist ve yönetmen Berkun Oya’ya ait.
– Şiirle tanışmanız ne zamana dayanıyor??
Başımıza gelen en ufak günlük olayların bile dümdüz anlatılmadığı bir ailenin üyesi olarak büyüdüm. Çocukların ve yaşlıların hikâyeler anlattığı, sıkıcı-acı mevzuların anekdotlarla süslenerek tat kazandığı ve neredeyse görselleşerek zihinlerimize kazındığı bir evdi. Anlatamayan besteler, okuma-yazma bilmeyen ezberden şiir okur, olmadı türkü söylerdi. Şiir, o evde hikâyelerimi anlatabilmek için seçtiğim yol oldu.
– Çarpıcı bir gerçeklik hissi geçiriyor okura. Metin yazarı olmanızın doğal sonucu olabilir mi?
Onur duydum. Metin yazarlığı, iş hayatına adım attığımdan beri hayatımı yazarak geçindirmeme muhteşem bir vesile olmuştur.
– Şiirlerinizi yayımlamaya nasıl karar verdiniz?
Bir-iki sene öncesine kadar ‘Ben anlattım rahatladım, kimse okumasa da olur’ düşüncesindeydim. Sonra lise yıllarımda odamda şiirlerini okuyarak arkadaş olduğumuza inandığım şairleri düşündüm ve şiirlerimi okuma ihtimali olan okurla görünmez bağlar kurma isteğimin oldukça yoğunlaştığını fark edip dosya haline getirdim bazılarını. İnkılâp Kitabevi ve okutup durduğum eşim ve dostlarım benim kadar sarıldılar bu ihtimale.
– Yolundan yürümeyi denediğiniz şairler, yazarlar var mı?
Olmaz mı! Kaç şiir, roman, dergi, şarkı, türkü kim bilir kaç defa hayatımı kurtarmıştır. Şiir özelinde söylemek gerekirse Onat Kutlar’ın ‘Günlük Şiirler’i, Gülten Akın’ın ‘Acılar İçin İlahi’si, Attilâ İlhan’ın ‘Eski Sinemalar’ı, Cemal Süreya’nın ‘Elma’sı, Füruğ’un ‘Soğuk Mevsim’i, kitabıma arka kapak yazısını armağan eden değerli hocam Barış Pirhasan’ın ‘Ölümden Sonra Aşk’ı…
– Mısralarınızdan referansla iki soru soracağım. Öleceğini bilmenin coşkusuyla yakarsa dünyayı kelebekler mi yakar?
Bu bir temenni. Büyükbaşlardan sıkıldığım, hafif olanın kazanmasını dilediğim, ağır ne varsa kızdırmak istediğim bir dünyanın gerçekçi olmayan matematiği. Belli mi olur…
– İkincisi, kitaba adını veren şiirinizden; sahiden tabakta kalan son lokma ayıp payı değil mi artık?
Büyüklerimizden yaşadıkları kıtlık dönemini dinleriz. Bir benzerini kendi çağımızda yaşıyoruz. Bu sefer zihinsel bir kıtlık döneminde olabiliriz. Geleceğin belirsizliği yüzünden istif yapmak istiyor toplum. Başkasının hakkını da kendi deposuna doldurmadan rahatlayamıyor. Gözler tabaktaki son lokmada, yani ayıp payında, onu da alırsa tamam olacak gibi.
‘DÜNYADA EN ÇOK ÇOCUKLARI SEVERİM’
– ’Bronkoskopi’ şiirinizi Ferhan’a ithaf etmişsiniz. 3’üncü mısrada çocuğunuz olduğunu anladım. Anne olmak sizi iyi biri olma çabası dışında nasıl değiştirdi?
Evet, Can Ferhan oğlum, henüz 4 yaşında. Ben dünyada en çok çocukları severim, insana çocukluğun dünyasına bedavadan giriş bileti verirler. Onların dünyaya uyumlanma çabasını bazen hüzün bazen de hayranlıkla saatlerce izleyebilirim. Anneliğin bende yarattığı en önemli değişim, ithafta bahsettiğim cesaret ve utanmazlık duygusu oldu. Oldukça utangaç, çekingen biriyken ve hep şakalarla bunu saklamaya çalışırken Ferhan’ın dünyasına giriş bileti olan kişinin her şeyden bu kadar çekinmemesi gerektiğini, yoksa o dünyada şimdiki kadar eğlenemeyeceğimizi hissettim.
– İçinizdeki çocuğa sıkı sarılanlardan mısınız?
İçimde bir çocuk varsa bile, o hızlı büyümüş bir çocuktur. İçimdeki büyük çocuğu küçültmeye çabalıyorum. Ferhan bebekken gökyüzüne, ellerine, en basit şeye uzun uzun bakardı. Her şeye bir hayret… Tasavvufta hayret, en yüksek ve yüce mertebe olarak tanımlanıyor. Sorgulamaları gerçekçi bir zemine oturtma çabasını bırakıp elimize bile hayret duymamız, hayran olmamızla ulaşılabilen bir makam orası. O makama yalnızca çocukların ulaşabildiğine ve bunu vaktinden erken kaybettiğimize inanıyorum.