Dolar 36,4306
Euro 38,1968
Altın 3.382,00
BİST 9.911,07
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Denizli 17°C
Açık
Denizli
17°C
Açık
Çar 20°C
Per 21°C
Cum 21°C
Cts 21°C

Hukukçu Moroğlu, mücadelenin farklılıklarla güçlenerek sürdüğünü söyledi: Kadınların güvencesi laiklik

Hukukçu Nazan Moroğlu, “Cumhuriyetimizin, her alanı dine referanslı hale getiriliyor. Hukuk birliğinin ve demokrasinin olmazsa olmaz koşulu laiklik, kadın haklarının güvencesi” diyor.

Hukukçu Moroğlu, mücadelenin farklılıklarla güçlenerek sürdüğünü söyledi: Kadınların güvencesi laiklik
4 Mart 2025 04:21

Hukukçu Nazan Moroğlu Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

– Neden “kadın hakları” diye ayırmak zorunda kaldık?

– Kanun önünde eşitlik adımları ne zaman atılıyor?

Tarih boyunca “Kadının yeri evidir” anlayışıyla kadınlar eş olarak, anne olarak görüldü. 1900’lerin başında yapılan Medeni Kanunların aile hukuku bölümünde de bu bakış açısıyla “Koca ailenin reisidir” kuralına dayalı düzenlemelere yer verildi. Bu nedenle hukuk, erkek egemen zihniyeti yeniden üreten ve kökleştiren araçlardan biri oldu. Kanun önünde eşitlik adımlarının 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilip de “Herkes kanun önünde eşittir” kuralı geldikten sonra atılmaya başlandığını görüyoruz. Eşitlik adımlarına ilk örneklerinden biri Almanya’da atıldı. 1949’da anayasada Eşit Haklara Sahip Olma İlkesine yer verildi. 1957 yılında ailede eşler arası eşitliği de kapsayan Eşit Haklar Yasası yürürlüğe girdi, giderek eşitlik yolunda adımlar hızlandı.

– Peki Türkiye’de?

Türkiye’de, Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında düzenlenmiş olan devrim yasalarıyla o dönemin koşullarına göre kadın erkek eşitliğinde önemli haklar tanınmıştı. Ancak 1924-1937 arasında yapılan devrimlerden sonraki yıllarda kadın erkek eşitliği açısından kararlılığın devam ettiğini söyleyebilmek ne yazık ki mümkün değil. Hakların geliştirilmesinde çok geç kalındı. 1985’te Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesini onaylaması kadın kuruluşlarının eşitlik mücadelesinde güçlü bir hukuki dayanak oluşturdu. Bu süreçte ilk olarak 1992’de “evli kadının çalışabilmesini kocanın rızasına bağlayan madde” “eşitliğe aykırılık” nedeniyle Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından iptal edildi. 1997 yılında da Kadının Soyadı maddesinde değişiklik yapıldı ve “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır” hükmüne eşitlik yolunda bir adım atılarak “ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir” cümlesi eklendi. Kadınlara kocanın soyadı önünde evlilik öncesi soyadını da birlikte taşıma hakkı tanındı. Kadın hareketi olarak güçlü bir dayanışmayla başta Medeni Kanunu taradık, hangi maddelerde eşitsizlik olduğunu inceledik. Bu çalışmaların hepsini derledik, yayınladık.

– Dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’a götürdüğünüz 100 bin imza vardı…

Evet… Medeni Kanunda “ailede demokrasi – toplumda demokrasi” çağrısıyla “evlilik yaşının yükseltilmesi”, “eşler arası eşit hak – eşit paylaşım –eşit temsil” için değişiklik taleplerimizi imza kampanyalarında toplanan imzalarla birlikte Meclis’e götürdük. Evlilik içinde beraber kazanılan edinilmiş malların eşler arası eşit paylaşımı için bir taslak hazırladık ve 100 binden fazla ıslak imzayı TBMM Başkanı Sayın Cindoruk’a götürdük. Kendisi “o kadar haklı talepler ki bir imza ile bile getirseniz bu değişiklikleri yapmamız gerekir” dedi.

– Ne zaman yaşama geçebildi?

Kadın erkek eşitliği aslında demokrasinin temel kriteri ama eşitlik yolunda yasal değişikliklerin yapılması hiç kolay olmadı. Oysa anayasa başta olmak üzere temel yasalarda eşitlik yolunda değişiklikler yapılmasına ihtiyaç vardı. Bu açıdan Avrupa Birliği’nin 10 Aralık 1999 tarihinde yapılan Helsinki Zirvesi’nde ülkemizin aday ülke statüsü tescil edilmesi önemli bir kapı açtı. AB’ye uyum sürecinde önce 2001’de yapılan anayasa değişiklik paketi içinde, “Aile toplumun temelidir” maddesine “Eşler arası eşitliğe dayanır” ibaresi eklendi. Ama anayasada “kadın erkek eşitliği” hükmünün amaca uygun düzenlenmesi dahi 9 yılda, 2001, 2004 ve 2010 değişiklikleriyle toplam 3 aşamada tamamlandı. 2002’de Medeni Kanun, 2003’te İş Kanunu; 2005’te Ceza Kanunu; kadın erkek eşitliğine uygun hale getirildi. Daha sonraki yıllarda kadına yönelik şiddetle mücadele için adımlar atıldı. Ama 2011’de ilk imzalayan, ilk onaylayan ülke olduğumuz İstanbul Sözleşmesinin 2021 yılında bir gece tek imza ile feshedilmesini unutmuyoruz.

– Adalet Bakanı “Aile hukukunu sil baştan değiştireceğiz” dedi. Bundan ne anlamalıyız?

Aslında son 10 yıldır Medeni Kanun’daki evlilik yaşı, resmi nikah, tek eşlilik gibi kadın haklarının güvencesi olan kurallar tek tek yok sayılmaktaydı. Bu geri adımlara dikkat çekmek için İstanbul Kadın kuruluşları Birliği olarak Aralık 2014’de “Medeni Kanunuma Sahip Çıkıyorum” imza kampanyası başlattık, altı ay içinde 1 milyondan fazla imza toplandı. Amacımız; kadını sadece anne rolü ile sınırlayan, kadını birey olarak görmeyen ve Medeni Kanunu yok sayan anlayışın devletin her kademesinde dile getirilmesi karşısında Medeni Kanun’la güvence altına alınmış hakları topluma bir kez daha hatırlatmaktı.

‘BUGÜN, ‘MEDENİ KANUN SİL BAŞTAN’ UYGULAMALARINA TANIK OLUYORUZ’

2016’da TBMM’de kurulan “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Araştırması Komisyonu” raporu açıklanmıştı. Raporda, kadınların kazanılmış yasal hakları, adeta “aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen” nedenler olarak kabul edilmiş ve bu hakların kaldırılmasına yönelik Medeni Kanun başta olmak üzere çeşitli kanunlarda değişiklikler yapılması önerilmişti. Cumhuriyetimizin 100. Yılında, Medeni Kanun’un yok sayılmasına yol açan uygulamalara, “sil baştan yazılacak” gibi söylemlere ve bu yolda yasalarda yapılmak istenen değişikliklere ve uygulamalara tanık oluyoruz.

– Neler var 2016’daki raporun yol haritasında?

Sadece iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen 490 sayfalık raporda aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen nedenler nedir, hangi yasa değişiklikleri öngörülmüş diye baktım ve özetle kadınların elde ettikleri kazanımların geri alınmasının hedeflendiğini gördüm. Birkaç örnek vermek isterim:

* 6284 sayılı kanunda değişiklik yapılması, şiddet mağduru hakkında koruma kararı verilmesi için “belge-delil” zorunlu olması ya da koruma süresi kısaltılması,

* Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilen “Rehberlik Hizmetlerine Yönelik Öneriler” bölümünde, dini kuralların ve geleneklerin öncelendiği bir aile destek hizmetinin verilmesi,

* Boşanma nedeniyle yoksulluğa düşen erkek de isteyebildiği halde “Erkeğin hayatının ipotek altına alınmaktan kurtarılması” gerekçesiyle yoksulluk nafakasının süreli hale getirilmesi,

* Aile hukukuna ilişkin davalarda ara buluculuk önerilmesi.

‘ARA BULUCULUK ŞİDDETİ GÖRÜNMEZ KILAR’

– Neden ara buluculuk olmamalı?

Aile hukukunda ara buluculuk olmaz. Nitekim, Ara Buluculuk Kanunu’nda, “Aile içi şiddet iddiasını içeren uyuşmazlıklar ara buluculuğa elverişli değildir” denilmek suretiyle aile içi şiddet içeren olaylarda ara buluculuğun mümkün olmadığı açık ve net olarak düzenleniyor. Aile hukuku kaynaklı davalarda bilhassa boşanma davalarının neredeyse tümünde psikolojik, sözel, ekonomik, cinsel, sosyal, fiziksel şiddet vardır. Aile hukukunda ara buculuk kadının adalete erişimine engeldir. Bu nedenle aile hukukunda ara buluculuk demek, aile içi şiddetin görünmez kılınması demektir.

– Aile Bakanlığı bünyesinde 2024 sonunda Aile Enstitüsü kuruldu. Ne yapacak bu enstitü?

2025 yılı “Aile Yılı” ilan edilmeden bir hafta önce Aile Enstitüsü ve Nüfus Politikaları Kurulu kurulduğu Resmi Gazete’de yayımlandı. Aile Enstitüsü’nün ailenin güçlendirilmesi için çalışacağı bildirilmiş. Ailenin güçlendirilmesi kadının da güçlendirilmesi demektir. Ama Aile Enstitüsü’nün görev ve yetkilerinde bu konuda bir açıklık göremiyoruz. Aile Enstitüsü kurulduğu açıklanırken nasıl bir aile yapısı hedefliyor… Danışma Kurulunda, Diyanet İşleri Başkanlığına da yer verilmesi laik hukuk devletinden uzaklaşmış bir aile yapısı oluşturma yolu anlamına mı geliyor, diye sormak gerekir.

– Laiklik kadınlar için neden vazgeçilmez?

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını öngören bir ilke olmasının yanında, aynı zamanda her alanda aklın, bilimin ve ulusal egemenliğe dayanan hukuk kurallarının temel alındığı bir yaşam biçimidir. Eğitimde, yönetimde, hukukta laiklik ilkesinin tam anlamıyla uygulanması, barış içinde birlikte yaşamamızın, herkesin din ve vicdan özgürlüğünün, özgür düşüncenin temelidir. Laiklik ilkesinin korunması amacıyla anayasamızın 24. maddesinde; “kimsenin, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırmaması gerektiği” önemle vurgulanmış ve “her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” hükmüne yer verilmiştir.

– Laiklik açısından tehlike görüyor musunuz?

Laik, demokratik hukuk devleti olan cumhuriyetimizin, son yıllarda eğitimden siyasete yaşamın her alanı dine referanslı hale getiriliyor. Müftülere resmi nikah yetkisi verilmesi Medeni Kanun’un hem hukuk birliği hem de laik hukukun simgesi olmasını ortadan kaldırdı. ÇEDES projesiyle eğitim sisteminin laik bilimsel niteliği ortadan kalktı. Hukuk birliğinin ve demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan laiklik ilkesi, aynı zamanda kadın haklarının güvencesidir.

– Bundan sonrası için ne yapılmalı?

Görüldüğü gibi, günümüzde kadınlar yasalarda ve uluslararası sözleşmelerde yapılan düzenlemelerle eşit haklara sahip olsalar da, haklarını kullanmada çok yönlü engellerle karşılaşıyorlar. Unutmamak gerekir ki kadın erkek eşitliği, demokrasinin temel kriteri ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmenin itici gücüdür. Bu nedenle:

* Öncelikle Kadın ve Eşitlik Bakanlığı kurulmalı, kadını birey olarak gören devlet politikasının uygulanması sağlanmalı,

* 28.4.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Medeni Kanunun 187. Maddesine ilişkin iptal kararı 28 Ocak 2024 tarihinde yürürlüğe girdi. Soyadı bir kimsenin kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve mutlak kişilik hakkıdır, dolayısıyla kadının soyadı da kadının kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Evlenince ve boşanınca sadece kadının soyadını değiştirmek zorunda kalması, anayasanın eşitlik ilkesine ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmalı; Medeni Kanun’da değişiklik yapılarak, evlenme ve boşanma durumunda eşlerin soyadı ile çocuğun soyadına ilişkin kurallar anayasa, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararı doğrultusunda acilen yeniden düzenlenmeli,

* Şiddetin önlenmesinin temel hukuki dayanağı olan İstanbul Sözleşmesi yeniden uygulanmalı; bunun için Meclis’in onayladığı uluslararası sözleşmelerin tek kişinin imzasıyla feshedilmesini önlemek amacıyla partili Cumhurbaşkanlığı sistemi kaldırılmalı;

* TÜİK verilerine göre 2024’te 720 bin kız çocuğu ilk dört yıldan sonra okuldan ayrıldı, ilk olarak 4+4+4 kesintili eğitim kaldırılmalı, köy okulları yeniden açılmalı; taşımalı eğitimden vazgeçilmeli,

* Evlilik yaşının uygulanmasını, çocuk evliklerinin önlenmesi özenle takip edilmeli,

* Kadınların güçlendirilmesi, ekonomik bağımsızlığının sağlanması için yetişkin eğitimine destek verilmeli,

* Teknolojinin hızla ilerlediği, yapay zeka uygulamalarının yaygınlaştığı dikkate alınarak, eğitimin her aşamasına entegre edilmeli,

* Laik bilimsel kamusal eğitim çocukların ve ülkenin geleceğidir. 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun temel ilkeleri kararlılıkla uygulanmalı.

‘İMZA ATILDIĞINDA KİMLİK GİDİYOR’

– Siz soyadıyla ilgili tezinizi 26 yıl önce yazıyorsunuz ve biz hala soyadı tartışıyoruz. O kadar yıl önce neden bu konuyu seçtiniz?

Medeni Kanun’da “Kişiler Hukuku” bölümünde, “Herkesin adı ve soyadı mutlak kişilik hakkıdır” der. Evlenen erkek doğumla aldığı soyadını ömür boyu taşıyor. Ama yasadaki mutlak kişilik hakkı, evlenen kadın için söz konusu değil, imzayı attığı anda kadının kimliği elinden gidiyor. Kadının soyadı, çok somut bir eşitsizlik olarak ortada duruyordu. Yıllar içinde Almanya’da, İsviçre’de adım adım değişiklikler oldu. En muhafazakar Avrupa ülkesinde bile kendi soyadını taşımak isteyen kadına hak verildi.

– Avrupa’da bu haktan yararlanan kadın sayısı çok mu?

Mesela Almanya’da geçtiğimiz yıl bir araştırma yapıldı. Evlenenlerin yüzde 26’sı kendi soyadıyla devam ediyor.

– Çocuğun durumu ne oluyor?

Bizde “Her doğan çocuk babanın soyadını alır” yazıyor. Bu bir “aile adı” olarak varsayılıyor. Ama Almanya örneği çok net: “Eşler kendileri karar verir, ikinci çocuk da birinci çocuk hangi soyadını aldıysa onu alır” diyor. Çocukların soyadları farklı olamaz yani. Bu düzenlenebiliyor. Çiftler karar veriyor.

– Soyadı ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin kararının ardından Türkiye’de son durum nedir?

AYM “Eşitliğe aykırı, eşitlik yönünde bir düzenleme yapılması gerekir” dedi ve 9 ay süre verdi. Bu 9 ay içinde Meclis’te eşitliğe uygun bir düzenleme yapılmalıydı. 9 ay bitti, 2 yıl oluyor ve hala o iptal edilmiş kural ile evlilikler gerçekleşiyor. Hukuk devletinde kanun olur, onun yönetmeliği olur. Kanun iptal edilmişse yönetmelik de hükümsüzdür. Ama şu an Türkiye’de evlenen bir kadın “Kendi soyadımla devam etmek istiyorum” derse yargı yoluna gitmek zorunda kalıyor. Özetle bu kadar hukuksuzluğun içinde kadının soyadı meselesi de nasibini aldı.

– Kadının soyadıyla ilgili ne yazıyor şu an?

Şu anda kadının soyadı maddesi yok. Ama yapılan işlem eski düzen. İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayıp nüfus müdürlüklerine gönderse kadınlar kendi soyadı ile devam edebilecek. Çünkü şu an bunun önünde bir hiçbir engel yok.

– Türkiye’deki kadın hareketinin durumu nedir?

Kadınlar, cumhuriyet öncesinde de vardı. Fakat cumhuriyet çok kararlı bir dönüşüm getirdi. Çünkü kadın haklarını kanunlara bağladı. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra kadının hem eğitimi, hem siyasete katılımı için çalışmalar oldu. Çok sayıda dernek kuruldu. Kadınlara yönelik ayrımcılık rüzgarı estiği anda bu dernekler güç birliği yaptı. Ancak bugün şiddet yaygınlaşıyor. Bunun üzerine bir de laik hukuktan uzaklaşılıyor. Kadını birey olarak görmeyen bir zihniyet egemen olduğu için kadın mücadelesi daha da zorlaşıyor. Ancak Türkiye’de kadın hareketi; ister etnik kökeni, ister dini bakış açısı farklı olsun, kadının insan hakları için mücadeleyi bir arada ve çok güçlü sürdürüyor.

NAZAN MOROĞLU KİMDİR?

1947’de İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. Kadın Hukuku alanında yüksek lisans yaptı. Bu alanda ilk akademik çalışma olan “Kadının Soyadı” adlı master tezi 1998’da yayınlandı. 2018-2022 arası İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı, 2004-2024 arası İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü olan Moroğlu, halen; Nazım Hikmet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi ve Avukatlar Vakfı Başkan Yardımcısıdır. Türkiye’nin ilk Kadın Hukuku uzmanı olan Moroğlu MEF’te “Kadının İnsan Hakları Hukuku” dersini veriyor.

ETİKETLER: , , , ,
Şehrin nabzını tutan, en son gelişmeleri anında sizlere ulaştıran sesimiz olmaya devam ediyoruz. Denizli’nin sesi olan Denizlim Haber ile şehre dair herşeyi keşfedin. Takipte kalın en yeni haberlerle güncel kalın.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.