Oppenheimer: Ateşi İnsanlığı Yakan Prometeus
Beklediğime değdi doğrusu. On dakikalık bir ara dışında tam üç saat boyunca koltuğumuza mıhlanıp kaldık Burak (Tatari) ile. Burak genç tabii, ona yakışıyor ama ben de uyayım istedim, bu yaşta patlamış mısır da yedim onunla. Bilirdik; bizim kuşak …
Beklediğime değdi doğrusu. On dakikalık bir ara dışında tam üç saat boyunca koltuğumuza mıhlanıp kaldık Burak (Tatari) ile. Burak genç tabii, ona yakışıyor ama ben de uyayım istedim, bu yaşta patlamış mısır da yedim onunla.
Bilirdik; bizim kuşak meraklıydı. Filmde canlandırılan bazı figürleri hatırladım tabii. Tatlock, Bohr, Rabi bildiğim kişilerdi. Araştırma merkezine dönüştürülen yerin adı olan Los Almos’u unutmuşum, nedense. Atom bombasını ortaya çıkaran Manhattan Proesi’ni tabii ki bilirim. Christopher Nolan’ın kendi yorumunu katmadığı söylenen filminin tabii ki Julius Robert Oppenheimer’i tamamıyla anlattığı söylenemez. Yürütücüsü olduğu proje kapsamında gelip-giden ruh halinı yansıtmış daha çok. En azından cinsel açıdan kafasının karışık olduğunu anlatabilseydi keşke, o zaman kimi tutarsız davranışlarının, kadınlarla ilişkilerinin neden sancılı olduğunu anlayabilirdik az da olsa. Sadece bu filme bakarak Oppenheimer tanınmış, anlaşılmış olmaz haliyle.
Eşsizdi, esrarıengizdi, doğası karmakarışıktı örneğin, bunu tam anlamıyla filmde göremiyorsunuz. Eksiklik ya da başarısızlık anlamında söylemiyorum. Nolan Oppenheimer’ın sadece bir tarafını anlatmayı seçmiş. Çok da iyi yapmış. Maddi açıdan hiç sıkıntı çekmemiş şanslılardan biriydi Oppenheimer. Bir şeylere sahip olmak için büyük mücadeleler vermesine gerek kalmayacak kadar varlıklıydı. Belki de bu yüzden bilimsel çalışmalarında rahattı.
Şizofren, saldırgan bir kişilik
Filmde izleyicinin kendisi anlasın istenmişçesine Oppenheimer’ın ruh hali kapalı verilmiş sanki. Tadını kaçırırım korkusuyla Burak’a bilimadamının aslında son derece karanlık bir kişiliği olduğunu, iki cinayet girişimine varacak kadar saldırganlaşabildiğini, nihayet ona bir süre sonra “dementia praecox“, yani bizim bildiğimiz adıyla şizofreni teşhisi konduğunu söyleyemedim. Filmin bitimine sakladım söylemeyi ama eve gidecek araç bulma telaşı, yok metro mu taksi mi derken unuttum. Tabii bunları söyleyip bırakmayacaktım, Oppenheimer’in aslında bir barışçı olduğunu vurgulayacaktım, ona düşman olduğumu sanmasın diye. Kin tutuyor olmasam da Oppenheimer’ı affedenlerden değilim ben, belirteyim bu arada.
Kadınlara haksızlık
Birlikte olduğu kadınların hepsi çok ama değerli insanlardı. Filmde onların aciz, Oppenheimer’a körükörüne aşık tipler gibi çizilmesine bozuldum doğrusu. Öyle değilleri çünkü. Charlotte Riefenstahl, Jean Tatloc, Katherine Puening (filmde Kitty diye geçiyor) son derece güçlü karakterlerdi. Tatlock, hakkında bilgilendiğim andan beri beni etklemiş bir kadındır. Çok tanınan bir komünistti. Psikiyatrist olan Tatlock intihar etmişti, filmde bu sahne var. Bilimadamının iki çocuğunun annesi olan Kitty’nin eski eşi, İspanya’da faşistlere karşı savaşan Uluslararası Tugay’ın savaşçılarından biriydi. Faşistlerce öldürülmüştü savaşta. Kapital’in üç cildini de okuduğunu söyleyen Oppenheimer kendisini belki bir zamanlar “komünist“ sanmış olabilir ama asla değildi. Kardeşi Robert ise katıksız bir komünistti. Belki de kardeşinin de etkisiyle İspanya iç savaşında faşistlere karşı cumhuriyetçilere çok yardım etmişti.
Biliminsanı sınırı bilmeli
“Vatan savunması“, “ülkeye hizmet“ gibi temalarla ne kadar savunulursa savunulsun biliminsanlarının hükümetlerle ilişkisi, Oppenheimer’in kurduğu türden olmamalıdır. Bir Yahudi olarak halkının başına gelenlere kayıtsız kalamayarak, Hitler’in durdurulması amacıyla bir bombanın yapılması gerektiğini savunmuş olması anlaşılabilir. Bu tumunda tek başına da değildi aslında. Albert Einstein ile Leo Szilard gibi büyük dehalar da, ABD siyasetinde ilerici olarak tanınan Franklin D. Roosevelt’e mektup yazarak, Nazi Almanyasının bir atom bombası geliştirebilecek kapasiteye sahip olduğu konusunda onu uyarmıştı. Yani Hitler manyağının durdurulması herkesin arzusuydu. Oppenheimer’in, Almanya’nın düşmesinden sonra projeden çekilmemesi eleştiriyi hak ediyor elbette.
Aslında çekilmesi için hayli gerekçesi vardı. Komünist sanılarak ABD hükümetinin, bana kalırsa, onurunu da inciten soruşturmaları bile yeterdi projeyi bırakmasına. ABD yönetimi bir yandan da o büyük kıyım silahına liderlik edecek özelliklerin Oppenheimer’de olduğunu biliyordu. Yanına bir generali takarak büyük bilimadamını kontrol atında tuttu bu yüzden. Filmde bence en başarılı aktarılan da Oppenheimer’in bu dönemi.
Sonuçları çok acı olsa da Manhattan Projesi tarihin en büyük bilimsel başarılarından biri tabii öte yandan. Düşünsenize sadece iki buçuk yılda tamamlanmış bir projeydi bu. Kim demiştir hatırlamıyorum şimdi ama “fiziğin sonu“ derler hatta bu başarı(!) için.
Kai Bird ile Martin J. Sherwin’in tam 25 yılda yazdığı “American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer” adlı kitaptan uyarlanmış film, biliniyor, ama hatırlatayım yine de. Prometeus benzetmesi de isabetli olabilir ancak asıl Prometeus’dan farklı tabii. Oppenheimer, “çaldığı” ateşi insanların yararına kullanmadı.
Trajikti yaşamı, doğru. Ama trajedisini kendisi yaratmıştır.
Binlerce insanın ölümünden sorumludur elbette.
Fiziğin de.